26 Kasım 2013 Salı

Felekten bir gece...

Bugün uyandığımda Kuzey hala uyuyordu. Baş ucunda oturup biraz onu izledim. Aslında yapmam gereken şeyler de vardı ama onu uyurken izlemek çok keyifli geldi. 


Baktım uyanmak istemiyor, baş ucundan da kalkmak istemedim, fırsat bu fırsat biraz kitap okuyayım dedim. Çok ince bir kitap olmasına rağmen bir türlü bitiremediğim ama daima da elimin altında dolaştırdığım, yarattığım her fırsatta okuduğum bir kitap. Bazı sayfalarını tekrar okuduğumu farketmiyorum bile. Çocuklara bir şey öğretmemeyi öğrenmemiz aslında çok zor, bu kitap biraz da onlara müdahale etmememiz gerektiğini anlatmaya çalışıyor. Keşke buna benzer daha fazla kitabım olsa ve ben kuzey'e bir şeyler öğretmemeyi öğrenebilsem. Bir de OSHO'nun "ÇOCUK" isimli bir kitabı var, o da muhteşem bir kitap.

Neyse baktım Kuzey çok tatlı uyuyor, benim de aklıma ona hazırlamayı planladığım yüzey eşleştirme tahtaları geldi aklıma. Dün akşam eve uğrarken zımparaları almıştık. Hemen işe koyuldum. "Jacob's ladder" için 6x8 cm boyutunda kestirdiğim tahta parçalarının bir yüzünü kaplayabileceğim biçimde zımparaları bistüre (umarım doğru yazdım) ile kestim, çift yüzeyli yapışkan bant ile tahtalara yapıştırdım, Kenarlarını kaplamak için renkli bantlar kullandım. Kuzey uyandığında nerdeyse bitirmek üzereydim. Uyanıp yanıma geldi, ne yaptığımı sorduğunda "sana oyuncak yapıyorum" dedim. Pek bir mutlu oldu, satın almak yerine kendinin yapmanın daha değerli olduğunu kavramaya başladı mı ne???? İşte sonuç :


Akşam okuldan döndüğümde, bizi merdivenlerde "anne büyüüüüük büyüüüük araba al" sözleri karşıladı. Daha bizi görmeden başlamıştı ne kadar büyük olduğunu anlatmaya... Ne kadar büyük olsun dediğimde büyüüüüük büüyüüüüük diye elleriyle tarif etmeye çalıştı. Erdinç hemen istediğini yerine getirdi, geçen yıl aldığımız ve oynaması için büyümesini beklediğimiz Ferrari'yi çıkarmak çok yaratıcı bir girişimdi, ben tamamen unutmuştum. Kuzey'in mutluluğunu tarif edemem, öyle ki fotoğraf çekmediğime çok pişmanım. Gözlerine inanamadı :) Arabanın pillerini şarj olması için beraber şarja taktık, sabırla beklemeye başladık (bu sabrı beni çok şaşırttı, önceden olsa çalıştıramadığımız için kıyamet kopardı). Akşam yemeğe davetliydik, yemeğe de az vakit kalmasına rağmen sabah hazırladığım yüzey eşleştirme oyununu da araya sıkıştırıverdik. Oyunu anlattım, beş yüzeyden üç tanesini sorunsuz, hatta bir çırpıda buldu. Sonra bana dönüp "anne oyuncak yap, bunlara tekerlek tak" dedi ve yanımdan ayrıldı :) Güzel bir başlangıç oldu. Yemek için hazırlanmak kolay ama evden çıkmak bir hayli zor oldu. Türlü sebeplerden uzunca süre ağladı. Mesela balık yemeğe gidelim mi diyorum, hadi diyor kapıya yöneliyoruz, birden ağlamaya başlıyor. Tamam biz kalalım diyorum, ama yine ağlıyor. Gelmek istiyor musun, evet diyor ama ağlama krizi bir türlü dinmiyor. Arabaya binip hareket ettiğimizde ağzından arabamı almadık sözleri dökülünce derdini anladım ama artık çok geçti. Durduramadığım ağlama krizlerine "aaaa sesi duydunuz mu" oyununu başlatıyorum, genellikle ilgisi dağılıyor. Bu akşam biraz zor da olsa öyle oldu. Yolda sohbet ederken yemek tercihi birden köfteye döndü (malesef). Eski adıyla Fazıloğlu yeni adıyla Kuğu Restorant'a gittik. Yaklaşık bir saat sorunsuz oturduktan sonra, masada konuşanları dinleyelim mi önerisine, her konuşulanı tekrar ederek karşılık verince, masadan ayrılıp kuğuyu ziyaret ettik. Böyle yerlerde Kuzey'i oyalamak beni en çok yoran şey olurdu, hatta çok bunalınca ister istemez video açardım. Ama bu akşam kuğu ile oynamak beni de çok mutlu etti. İşletme sahipleri de sağolsun çok anlayışlı davrandılar, kıvırcık ile beslemek ister misiniz dediler. Kuzey çok korkuyordu, ama  bir şey yapmaz ısırsa da acımaz dedim, beslerken dört ya da beş kez elini ısırdı. Bayaa da ısırıyor ohhh acıdı dedi, kıvırcık vermeye devam etti. Elinin kızardığını gördüm ama neşesi çok da acımadığını düşündürdü. Ayağımızı uzattık tırtıkladı. Kuğu önümüzden defalarca bir sağa bir sola hızlı hızlı yürüdü, kıvırcıkları Kuzey'in elinden alabilmek için resmen çocuğun elini ağzına aldı (ağzıepey büyükmüş). Tabii anlattıklarımın hiçbirinin fotoğrafı yok, ayrılırken bir kaç fotoğraf daha çekildik, işte bunlar onlar...



Garsondan kıvırcık isterken utanan Kuzey :)


Kuğu hakkında bir şey diyor olsa gerek..

 

Mekandan ayrılmak üzereyken pianoyu keşfetti Kuzey. Tuşlarına basmaya başladı, kapalı olduğundan ses çıkmıyordu, ağzıyla ding dang dong sesleri çıkartmaya başladı. Sen nereden öğrendin pianonun nasıl çalındığını diye sordum. Cevap : "kipaptan" :) Haftaya piano alma niyetimiz vardı, artık daha bir kararlıyım. Akşam sona erdiğinde Kuzey kuğudan da pianodan da ayrılmak istemedi. Elime geçirdiğim bir kağıt parçası kurtarıcımız oldu, aaa burada ne yazdığını okuyalım gel dememle dışarı fırladık. Bir ağlama krizini daha okuma sevdasına atlatmış bulunduk. Herkes vedalaşırken Kuzey üşür diye biz arabada bekledik, beklerken de gülme krizleri patlattık. Önce birbirimize yanak, burun ve kirpik değdirme oyunu oynadık. Başta tek kahkaha atan oydu(uykusu gelince hep kahkahalara boğulur), o kadar çok güldü ki beni de bir kahkaha krizi almasın mı :) O gülüyor ben gülüyorum, mideme kramplar girdi. Erdinç arabaya geldiğinde kahkahalar içinde buldu bizi :) Hava soğuktu diye yeleğiyle oturtmuştum, kahkahalardan aklıma bile gelmedi çıkartmak :( Yola çıktığımızda Erdinç hatırlattı ama nasılsa ev çok yakın, yolda uyursa arabadan indirirken üşümez diyerek çıkartmadım. Ben bunları söylerken Kuzey uyumuştu bile... Bakın ama nasıl? Sanırım birazcık sıcak gelmiş birilerine...


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder